Fiziki yıkımın etkileri temizlenmeye başlıyor ancak ruhsal yıkımdan kurtulmak nasıl mümkün? Depremzedeler için psikolojik destek nasıl olmalı? Nedir bu TSSB?
Depremzedelerin yaşadığı fiziksel yıkımların dışında, böylesine büyük bir olay sonrasında ruhsal etkiler de insanların normal yaşama dönüşünü etkiliyor.
Toplumumuzun genel yaklaşımına da bakıldığında ruhsal sıkıntılar kolaylıkla göz ardı edilebiliyor ve bu da olumsuzlukların geri dönüşünü zorlaştırıyor.
Türkiye’de yaşayan insanların büyük çoğunluğu hayatı boyunca bir ya da daha fazla depremle yüz yüze gelmiştir. Bu doğa olayının, artık yaşamımızın bir parçası olduğu kabul edilse de, insan psikolojisinin deprem öncesinde veya sonrasında tepkiler vermesi, olası bir deprem senaryosu gibi muhtemeldir. Peki yaşanan veya olası depremler insan psikolojisinde nasıl etkiler yaratıyor.
Manevi yıkımlar hangi yollarla onarılabiliyor?
Uzman Psikolog Nazım Serin, Türkiye’nin can damarı sayılabilecek bir coğrafyada meydana gelmiş olmasından dolayı başta Marmara Depremi olmak üzere Türkiye’de yaşanan depremlerin, yaşamımızın pek çok alanında birtakım izler bıraktığının aşikar olduğunu belirtiyor.
Bu noktada depremlerin insan psikolojisi üzerinde yarattığı en belirgin ve yaygın etki ise psikolojik travma olarak karşımıza çıkıyor. Travmayı da insanın bedensel ve ruhsal bütünlüğünü tehdit eden olay ve yaşantılar yaratıyor. Ruhsal yıkımdan kurtulmak için öncelikle durumun doğru tespit edilmesi gerekir. Deprem, sel, tsunami gibi doğal afetlerle, trafik kazası, savaş, işkence görme gibi insan eliyle maruz kalınan yaşantılar travma yaratabilecek türden olayları oluşturuyor.
Deprem gibi çok sayıda insanı etkisi altına alan travmatik olayların hemen ertesinde ise mağdurların yüzde 80’lere varan kısmında şaşkınlık, korku, sinirlilik, gerginlik, aşırı duyarlılık, uykusuzluk, organik olmayan çeşitli bedensel ağrılar, dikkat toplamada zorlanma, olayla ilgili korkutucu anılar hatırlama gibi belirtiler ortaya çıkabiliyor.
‘Akut stres tepkileri’ denilen bu ruhsal tepkilerin doğal olduğunu vurgulayan Nazım Serin, “Çünkü, travmatik olaylar genellikle aniden, tehdit edici ve kontrolsüz bir şekilde ortaya çıkarlar. Bu nedenle de insanın o ana kadarki yaşam dengesini, istikrarını alt üst ederler” diye konuşuyor.
Tehlike Çanları Ne Zaman Çalmaya Başlar?
İnsanlar bu tür bir yaşantıya maruz kaldıktan sonra yeni duruma uyum sağlamak ve bozulan yaşam dengesini tekrar kurabilmek için olup bitenleri anlamlandırmaya, hazmetmeye ve kabullenmeye ihtiyaç duyuyor ve bu de elbette belli bir zaman gerektiriyor. Bu süre, yas yaşamayı gerektirecek bir durum yoksa, ortalama bir ay, yasa bağlı olarak da altı aya kadar doğal olarak karşılanıyor. Ancak bu süreler aşıldığında tehlike çanları çalmaya başlıyor.
Çünkü, tablo giderek ‘travma sonrası stres bozukluğu’ (TSSB) diye adlandırılan bir davranış bozukluğuna dönüşüyor.
Travmatik olaylardan sonra ortaya çıkan en yaygın davranış bozukluğunun TSSB olduğunu söyleyen Nazım Serin, deprem, sel, yangın gibi olaylardan bir ay sonra yapılmış araştırmalarda, mağdurların yüzde 15 civarındaki kesiminde TSSB belirtilerinin devam ettiğinin belirlendiğini belirtiyor. Serin’in verdiği bilgilere göre; tehdidin devam ettiği durumlarda ise bu oran daha fazla olabiliyor. TSSB tanısı alan kişilerin daha ciddi sorunlarla karşı karşıya gelmelerini ve yaşadıkları tablonun kronikleşmesini önlemek açısından ruh sağlığı uzmanlarından yardım almaları gerekiyor.
TSSB, akut stres tepkilerindeki belirtilerin yanı sıra, olayla ilgili kabuslar ve ‘flash – back’ denilen, yaşantıyla ilgili görüntü ve anıların durup dururken, ani biçimde zihne hücum etmesi şeklindeki iki belirgin özellikle karakterize ediliyor.
Kimler TSSB Yaşayabilir?
Travmatik bir olaya maruz kalanlardan en çok kimlerin TSSB yaşayabileceği konusunda gelince, bu davranış bozukluğu; kişilerin geçmişinde başka travmaların olup olmaması, travmatik yaşantıdan sonra destek alıp almamaları, olaya maruz kalma derecesi, yaşantının şiddeti, kültürel yapıda kişinin travmatize olmasını kolaylaştıracak davranış biçimlerinin olup olmaması, kişinin baş etme gücü gibi faktörlere bağlı olarak ortaya çıkıyor.
Travmalardan Kaynaklı Diğer Ruhsal Bozukluklar
Travmaların yol açtığı tek ruhsal bozukluğu sadece TSSB ile de sınırlı değil. Travmatik olaylardan sonra yeterince ruhsal destek alamayan insanlarda bazen ömür boyu olabilecek kadar uzun süre devam eden ruhsal bozukluklar görülebiliyor.
Nazım Serin; konuyla ilgili olarak, “Kişilerde uzun süre devam eden bir ilgi kaybı, karamsarlık, isteksizlik, yaşamdan zevk alamama gibi belirtilerle ortaya çıkan ‘depresyon’; çok sık el yıkama, evden çıkarken kapıyı, pencereyi, hava gazını defalarca kontrol etme gibi çeşitli biçimlerde ortaya çıkan ve rahatsız edici düzeyde olan takıntılar, panik atak, korkular, alkol – madde kullanım bozuklukları, ‘psikosomatik bozukluklar’ dediğimiz organik nedeni olmayan bedensel ağrı ve uyuşmalar gibi ruhsal bozukluklar da yaşanabilir” diye konuşuyor.
Ancak, ruhsal yıkımdan kurtulmak için tüm bu rahatsızlıklara tek nedenin travma olmadığının unutulmaması gerekiyor. Çünkü, çocukluk döneminden veya olumsuz yaşam koşullarından kaynaklanan diğer örseleyici faktörler de bu rahatsızlıklarla yol açabiliyor.
Yaşam Kalitesi Düşüyor
Peki; bu tarz sorunlar yaşayan kişilerde ne tarz tepkiler gözleniyor? Böylesi durumları yaşayan insanların verimliliği, mutluluk düzeyi, kısaca yaşam kalitesi düşüyor. Deprem, ekonomik kriz, savaş, terör, göç gibi travmatik olaylara sık maruz kalıp da hiçbir ruhsal destek alamayan insanların geleceğe umutla bakmaları, içtenlikle gülebilmeleri beklenmiyor.
Bu noktada Serin, Türkiye’de çoğu insanda var olan mutsuzluğun, kendine ve geleceğe dair inançsızlığın yaşanan toplumsal travmalarla hiç ilişkili olmadığını söylemenin gerçekçi olmadığına dikkat çekiyor.
Depreme Hazırlıkta Psikolojik Boyut da Önemli
Tüm bu olası psikolojik sorunlar göz önüne alındığında; genel olarak felaketlerin, özel olarak da beklenen İstanbul depremi ile ilgili hazırlıkların sadece alt yapı çalışmalarından ibaret olmaması gerektiği gerçeği ortaya çıkıyor. Bu noktada olası bir felakete hazırlanmak teknik, lojistik ve psikolojik gibi farklı boyutlarıyla bir bütün oluşturuyor ve psikolojik boyutta da hazırlıklı olmak yaşamsal bir önem taşıyor.
Çünkü bir felaketin yol açabileceği psikolojik sonuçlar hakkında doğru bilgi sahibi olmak, yaşananları doğru anlamlandırabilmeyi ve daha iyi baş edebilmeyi sağlıyor. Türkiye’nin doğal ve insan eliyle gerçekleşen felaketlerin sık yaşandığı bir ülke olmasından dolayı, insanların tıpkı tıbbi ilkyardım gibi ‘psikolojik ilkyardım’ bilgisine de ihtiyacı olduğunu dile getiren Nazım Serin, travmayla ilgili doğru bilgilerin, bu tür bir yaşantıya maruz kalanların ‘kurban psikolojisi’ geliştirip pasif, umutsuz, aciz, kendi kaderini belirleme azmi kalmamış bireyler haline gelmelerine engel olduğuna dikkat çekiyor.
Serin, yaşananları çözümlemeden unutturmak isteyen veya insanları sürekli korku içinde bırakan, travmatize olmaya yatkın hale getiren sansasyonel ve istismar edici yaklaşımlara engel olduğunu da söylüyor. Nazım Serin, tüm bu hususlar göz önüne alındığında İstanbul’un psikolojik açıdan bir depremi karşılamaya ve bunun sonuçlarıyla baş etmeye hazır olduğunu söylemenin ise çok zor olduğunu vurguluyor.
Deprem Öncesinde, Sırasında ve Sonrasında Yapılacaklar!
Deprem gerçeğiyle baş edebilmek için neler yapabiliriz sorusunun yanıtına gelince; bu konuda deprem öncesinde, sırasında ve sonrasında yapılacak çalışmalardan söz edilebiliyor. Bu çalışmaların bir kısmının, bireysel, bir kısmının mesleki, bir kısmının da kurumsal düzeyde planlanması önem taşıyor.
Bireysel düzeydeki hazırlıklara felaket bölgesinde yaşayan herkesin, mesleki düzeydekilere ruh sağlığı alanında hizmet veren psikoloji, psikiyatri, sosyal çalışma gibi tüm mesleklerin, kurumsal düzeydeki hazırlıklara ise başta devlet kurumları olmak üzere sivil toplum kuruluşları ve özel kuruluşların dahil olması gerekiyor.
Ruhsal yıkımdan kurtulmak için, durumu oluşturan olay öncesinde de önlemler alınması önemlidir. Bu anlamda toplumun ruh sağlığını güçlendirecek, hem potansiyel mağdurları, hem de arama – kurtarma görevlileri gibi yardım edenleri kapsayacak psikososyal destek projelerinin desteklenmesi ve yaygınlaştırılması da önemseniyor. Psikososyal destek kavramı kapsamında ise; bir felaketin yol açabileceği olumsuz psikolojik sonuçlara karşı insanların ruh sağlığını güçlendirici veya koruyucu faaliyetlerin tümü yer alıyor.
Psikososyal Destek Çalışmalarının Temel İlkeleri
Psikososyal destek çalışmalarının genel ilkeleri arasında; bir felaket yaşayan veya yaşama riski bulunan kitlenin kendi ihtiyaçlarından ve önceliklerinden yola çıkılması ve verilecek tüm hizmetlerin bu ihtiyaçlar doğrultusunda belirlenmesi bulunuyor.
Yapılacak tüm çalışmalarda öncelikle toplumun kendi baş etme kaynaklarının belirlenmesi ve bu kaynakların da felaketle birlikte insanların psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarının giderilmesi amacıyla kullanılması gerekiyor. Psikososyal ihtiyaçların giderilmesinde toplum bireylerinin aktif katılımı da önem taşıyor. Ruhsal yıkımdan kurtulmak için yapılan çalışmalarda insanların kendi kendine yardım becerilerinin güçlendirilmesi amaçlanıyor.
Bu noktada profesyonellerden topluma yönelecek tek yönlü desteğin, insanları felaketin kurbanı olmuş, pasif kişiler haline dönüştürebileceği göz önüne alınarak, mümkün olduğu kadar çok sayıda insana ulaşabilmek için felaketten önce eğitilmiş, toplumla çalışmayı bilen gönüllü toplum liderlerinden ve kurumlarından yararlanılması yararlı oluyor. Psikososyal destek çalışmalarının hedef kitlesi ise, mağdur olan veya risk altında bulunan tüm kesimler ile bu kesimlere yardımcı olmaya çalışan tüm görevlilerden oluşuyor. Elbette ki psikososyal destek her zaman için ‘tedavi’ anlamına gelmeyebiliyor.
Nazım Serin, “Bir felaketten etkilenen tüm popülasyona tedavi hizmeti götürmek hem pahalı ve zaman alıcı, hem de gereksizdir. Çünkü, herkesin tedaviye ihtiyacı olmayabilir, ancak herkesin desteğe ihtiyacı olabilir” diye konuşuyor.
Psikososyal Destek Çalışmaları Kapsamında Yapılabilecek Faaliyetler
- Bilgilendirme faaliyetleri: Uzun süreli psikolojik hasarların azaltılması açısından hedef kitleyi felaketin psikolojik sonuçları ve başa çıkma yolları konusunda bilgilendirici çalışmalar yapılmalı.
- Bireysel hizmetler: İhtiyacı olan ‘ciddi’ durumdaki bireyler saptanıp psikolojik tedavi altına alınmalı.
- Grup çalışmaları: Kadınlara, çocuklara, ergenlere vb. yönelik grup çalışmalarıyla bireylerin psikolojik açıdan güçlendirilmeli veya iyileştirilmeli.
- Eğitim: Felakete maruz kalmış topluluğa yardım edenler, toplum gönüllüleri veya mağdurlar/risk altındakiler panel, konferans, grup çalışmaları vb. yollarla felaketle baş etme becerilerini arttırıcı ‘psikolojik ilkyardım’, iletişim, ‘çocuklara yaklaşım’, ‘öfke kontrolü’ gibi konularda eğitilmeli.
- Yönlendirme: Toplum bireyleri her tür psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için gereken kaynaklara veya kurumlara yönlendirilmeli. Diğer bir değişle, ihtiyaç sahipleriyle toplum imkanlarının buluşturulmalı.
- Koordinasyon: İnsanların ihtiyaçlarını karşılayacak toplum kaynaklarını harekete geçirmek için tüm resmi ve sivil toplum kurumlarıyla işbirliğini sağlayacak bir ‘sosyal ağ’ oluşturulmalı ve bireylerin bu sosyal ağdan yararlanabilmeleri için rehberlik çalışmaları yürütülmeli.